Keçid linkləri

2024, 23 Dekabr, Bazar ertəsi, Bakı vaxtı 16:36

Hər romandan sonra içimdə boşluq yaranır...


Əlif Şəfəq

ZOR

NE vakit bir romanı bitirsem boşluğa yuvarlanıveririm. Meğer bir uçurum açılmış ruhumda, yazıya-edebiyata çekildiğim tüm bu zaman zarfında, sessizce büyümüş, derinleşmiş, oraya düşüveririm.

Hani birçok insan zannediyor ki bir yazar aylardır, senelerdir üzerinde çalıştığı kitabı bitirince pek bir rahatlar. Hatta gider kutlar, çılgınlar gibi eğlenir, habire davetlere katılır. Ya da yakınlarına telefonlar açar, anlatır. Üstüne bir hafiflik, tavırlarına bir rahatlık gelir. Bir şeyleri "başardım, kotardım, aştım" hissi.

Halbuki işin aslı bambaşkadır. Hakikatte bunun tam tersi olur. Bu kadar uzun zamandır zihninde kurduğun hikâyeden, alıştığın ritimden, gece gündüz düşündüğün ve inandığın karakterlerden ayrılmak istemezsin. Kolay kolay kopamazsın.

Bir yanın 400 küsur sayfa metni editörüne yollarken, öbür yanın direnir, isyan çıkarır. "Olmaz" der, "roman okurun değil, benim".

Virginia Woolf bütün depresyonlarını iki kitap arasındaki alacakaranlıkta, o tuhaf boşlukta yaşadı, roman yazarken değil. Üstelik seneler içinde hafifleyeceğine, derinleşti bu hal. Giderek daha sancılı gelmeye başladı yazdığı kitaplardan kopmak, eserlerini yayınlatmak.

Belki de insan bir fikrin, bir hayalin, bir hikâyenin içinde gece gündüz çalışırken azimle tutunuyor ona, o ana. Bir garip irade geliyor üzerine. Ama ne zaman ki bitiyor eser, ne zaman ki "hayal dünyası"ndan "hakiki dünya"ya dönmen gerekiyor, tökezliyorsun, ayakların geri geri gidiyor.

Bunlar bir yanıyla evrensel kaygılar. Bir de Türkiye´ye özgü evhamlar var. Roman yazarken hiç düşünmediğim, aklımdan geçirmediğim endişeler, buğdaya gelen kuş sürüleri gibi üşüşür zihnime. Çünkü yazarken yalnızdır insan. Ama kitap piyasaya çıktığında eserle beraber yazar da kamusal bir figür olur.

"Eyvah, kim ne diyecek?" diye tırnaklarımı yemeye başlarım. Gazeteciler, köşe yazarları, eleştirmenler, onlar bunlar... ama tabii bilhassa okurlar. Kimileri diyecek ki

içinde hiç cinsellik yok, kimileri diyecek ki fazla cinsellik var.

Kimileri diyecek ki şu karakter niye Kürt, kimileri diyecek ki bu karakter niye muhafazakâr. Birisi kapağına takılacak, öbürü kenarına. Sonu yok ki. Bir sürü yorum gelecek, çünkü ileri geri yorum yapmak, bilhassa bilmeden, okumadan atıp tutmak bedava.

***

Türkiye’de bazı şeyler zordur. Mesela "Ne filancacıyım, ne falancacı, bireyim" demek zordur. Desen bile anlatabilmek, anlaşılmak zordur. Arafta kalana şaşırır bu toplum. Anlam veremez. Muhakkak arkasında bir bityeniği arar. Türkiye´de demokrat olmak, demokrat kalmak, bireysel özgürlüğüne ve farklılığına sahip çıkmak zordur. Kutuplaşmalar/kolektiviteler halinde bölünmüş bir ortam varken.
Roman bitti ya, başımı çıkarıyorum hayal âleminden, bakıyorum hakiki âleme. Seçim öncesi gergin ortam. Yazılı ve görsel basında birbirine sataşan gazeteciler, atışan siyasetçiler, meydanlarda bitimsiz polemikler... gene toz duman.

Her ülkede seçim öncesi fikir ayrılıkları olur ama biz daha ziyade "gezegen ayrılıkları´ yaşıyoruz. Ayrı dünyaların insanları gibi davranıyoruz birbirimize. Fazla hoyrat, fazla erkeksi kamusal alanın dili. İçimden bir ses "Gerisin geri kaç!" diyor. "Bu ortamda sanat, edebiyat zor." Dönmek istiyorum hayal âlemine. Doğrusu orası daha renkli, daha sahici geliyor.

Ama sonra, bir edebiyatseverden gelen bir mektup, candan birkaç söz... Bir hikâyenin, okuyanların kalbine nasıl ulaştığını görüyorum. Yazardan okura, okurdan yazara görünmez köprüler kuruyor kitaplar.

Biliyorum bu paylaşımı, bu ruhdaşlığı. Tekrar ürkek ürkek çıkarıyorum kafamı. Bezgin bir kaplumbağa gibi usulca. "Tamam" diyorum editörüme. "Romanı al benden. Şimdi hakiki okurlara ulaşma zamanı.´´

http://www.elifsafak.us/yazilar.asp?islem=yazi&id=967
XS
SM
MD
LG